Sorularınız için iletişime geçebilirsiniz.
0
Sepette ürün yok.
Hesabım
0
Sepette ürün yok.

IQ mu EQ mu?

  • Yayınlayan: Engin Aygün

Çocukluğumda büyüklerimden, öğretmenlerimden duyduğum “Bu çocuk sayısalcı”, “Bu çocuk sözelci” yakıştırmalarının neyi ifade ettiğini uzun süre düşünmüşümdür. Acaba çocukları bu veya benzer şekilde etiketlemek günümüzde de devam ediyor mu? Ne yazık ki “EVET”, devam ediyor. Sizin de benim yaşadığıma benzer deneyimleriniz olmuşsa bunun kaynağını yani, “zeka” denen kavramın ne olduğunu merak ettiğinizi düşünüyorum. Gerçekten Zeka nedir?, Zeka kimlerde ne düzeyde bulunur?, Ülkemizin sınavlara indirgenmiş eğitim sisteminde, akademik başarının temel referans kabul edildiği bir ortamda çocuklarımızı nasıl değerlendiriyor(yada yargılıyoruz!)uz? Soyut bir kavram olan zekanın ilk kullanımı Aristoteles’e kadar uzanmaktadır. Aristoteles’e göre; “Bilgili olmak akıllı olmaya yetmez, akıllı olmak için bu bilgileri uygulamada kullanmak gerekir.” Zeka kavramı üzerinde günümüze kadar farklı bilimsel disiplinler, farklı tanımlar ortaya koymuştur. Psikologlar, zekayı duyumlardan kaynaklanan bir öğrenme gücü olarak nitelerken, eğitimciler ise zekayı insanın zihinsel işlevlerini veya performanslarını temel alan testleri geliştirerek kendilerinin hazırladıkları “testlerin ölçtüğü nitelik” olarak tanımlamışlar ve bu testlere IQ (Intelligence Quotient) adını vermişlerdir. Yaklaşık yüz yıl önce insanoğlunun kapasitesini ölçmek ve test etmek niyetinde olan bilim insanları tarafından (Galton, A. Binet, T. Simon, L. Terman vd.) geliştirilen IQ testlerinin 20. yüzyılın başlarında küçük çaplı uygulamaları görülse de en büyük atılımı 1. Dünya savaşı sırasında Amerika’da gerçekleşmiştir. Savaşa girmeye hazırlanan Amerika, orduda farklı pozisyonlar için askere alınan insanları kategorize etmek ve etkin kullanmak adına IQ testini kullanmıştır. 1919 yılının başında yaklaşık 2 milyon Amerikan askeri zeka testine tabi tutulmuştur. 1. Dünya savaşı sonrası birçok şirketin işe alımda ve terfide test programlarına başvurduğu görülmekte olup, özellikle okullar ve dolayısıyla çocuklar zeka testlerinin en büyük pazarını oluşturmuştur. Ancak zeka testlerinin sonuçlarının, toplumsal yaşamda kolayca ve acımasızca insanları ayrıştırmak için kullanılmasıyla zamanla etkisinin azaldığı görülmekle birlikte; 1980’lerin başında H. Gardner tarafından çoklu zeka kuramının öne sürülmesi ile zekanın tanımına farklı bir bakış açısı gelmiştir. Zekanın karmaşık bir sistem olduğu, eskiden bildiğimiz birçok şeyin doğruyu yansıtmadığı, sadece sayısal ya da sözel bir zeka olmadığı bunları da kapsayan farklı alanlardan oluşan bir durum olduğunu anladık. Gardner’a göre Zeka; hayat süresince karşılaşılan farklı durumlarda ve olaylarda sorunların üstesinden gelerek, yeni çözümler üretebilme kapasitesidir.

Gardner’ın çoklu zeka kuramından esinlenerek bilişsel yeterliliklerin haricinde zekanın başka bir formunun olabileceğine dair yaklaşımın sonucunda P. Salovey ve J. Mayer tarafından 1990 yılında bir makalede Duygusal zeka (EQ) kavramı dile getirilmiştir. Duygusal zekâ, bireyin kendi hislerini ve duygularını yönetmesi ve farkında olması; hassas olması ve diğerlerini etkilemesi; kendi motivasyonunu güçlendirmesi ve motivasyonunu dengede tutması, dikkatli bir şekilde yönlendirmesi olarak tanımlanmıştır. D. Goleman’a göre beynin düşünen parçası, beynin duygusal parçasından üremektedir. Beynin düşünen ve duygusal parçaları genelde yaptığımız her şeyde birlikte çalışır ve gerek iş yaşamında gerekse özel yaşamda başarılı olmak, insanların duygusal zeka becerilerine bağlıdır.  O zaman sormak gerekir, Duygusal zekanın temel özellikleri nelerdir? diye.

  • Bireyin duygularının farkında olması,
  • Farkında olduğu duygularını yönetmeyi bilmesi,
  • Duygusal tatmini ertelemeyi de içerecek şekilde duygularını kontrol edebilmesi,
  • Başkalarının duygularını anlama veya empati kurabilmesi,
  • Sosyal ilişkileri yönetebilmesidir.

D. Goleman tarafından yapılan araştırma bulgularına göre, duygusal zeka yoksunluğu, kişinin aile yaşamından mesleki başarısına, toplumsal ilişkilerinden sağlık durumuna kadar birçok alanda çok kötü sonuçlar doğurabiliyor. Ancak Duygusal zeka (EQ) doğuştan gelen bir özellik değil, dolayısıyla çocuklukta aldığımız dersler, koşullu öğrendiklerimiz, bilinçaltımıza ekilen tohumlar (yargılar, paradigmalar, inançlar, korkular vb.) yaşam boyunca davranış tarzımızı belirliyor.

Görülen o ki zekanın tanımı, ayırıcı özelliği ve etkisi insanlığın gündeminden kolay kolay düşmeyecek. Zeka konusunda yeni paradigma bize şunu söylüyor; IQ’yu değiştirme şansın olmayabilir(gerçi günümüzde daha doğmadan çocukların zeka düzeyleri, muhtemel hastalıkları vb. üzerine yapılan gen çalışmalarının gelecekte bize neler getireceği düşündüğümüzde bu durumda değişebilir), ancak EQ’yu geliştirebilirsin. O halde eğitim sisteminden başlayıp toplumsal yaşamın her alanında nelerin yapılacağı üzerine düşünmeliyiz!

Peki, bizler çocuklarımızın EQ gelişimine nasıl katkı yapıyoruz? 21. yüzyılda çocuklarımızın başarılı ve mutlu olması için anne-babalar, eğitimciler, herkes üzerine düşen sorumluluğun farkında mı?

Bu ve benzer sorularda bir başka yazı konumuz olsun…

(Kendi duygularınızın farkında olmak için ne yapıyorsunuz?, Duygularınızı tetikleyen inançlarınızı(düşüncelerinizi) biliyor musunuz?, Duygularınızı, akılla nasıl birleştiriyorsunuz? Üzerine düşünmeniz dileğiyle…)

 

Haluk Düzgün

Sosyolog & Aile Danışmanı & Profesyonel Koç

Yazar: Engin Aygün

Bir cevap yazın